Son yazı.



Dedim ya önce elimin çizgileri ;
Sonrada ellerimi sileceğim..
Değişemiyor hiçbirşey.
Nereye gidersem gideyim yapamıyorum.
Kaçmakla geçiyor hayatım.
Bir o şehir ; bir bu şehir.
Anlık kararlarım ;
Plansızlığım
Düzensizliğim.,
Uykularım.
Herşey yolunda ! yazamıyor ellerim.
Bir şehirden ne için kaçıyorsam ;
Başka bir şehirde beni buluyor kaçışlarım.
Önce uykum kaçıyor,
Sonra insanlar.
Sonra aklım..
Düşünürsem uyuyamıyorum ;
Düşünmeden duramıyorum.
Aklımın içinde gezinen sesler ;
Karabasanlarım..
Bugün okudum.
Bütün yazdıklarımı..
Ne değişiyor benim hayatımda ?
Neler değişiyor ?
Cümleler farklı elbet ; ama anlatılan hep aynı.
Yeniden yarattığım dünyalarım ; su içmeyi unutuan bedenimin halüsinasyonları sanki.
Hiç varolmamışlar gibi.
Anlatmak istemiyorum.

Ama ben ;
O resim benim memleketim.
O deniz benim mayam.
O yeşil hamurum.
Ben balıkçı çocuk
Ben küçük kaptan
Ben kara böcek
Ben minüs oğlan
Ben ne zaman nerde olacağı belli olmayan

Vazgeçemiyorum.

...

Bugüne kadar beni okuyan herkese ; benimle paylaştıkları herşey için teşekkür ediyorum.Yeni yılınızı kutluyor ve nice mutlu yıllar diliyorum.

Hoşçakalın

...




~ 29 Aralık 2009 Salı

Ayna




Neden bu kadar inatçıyım bu gece anlamıyorum.Başım dönüyor,dizlerim kırılıyor dışarının soğuğundan.Hani gözlerim kapanmaya yaklaştıkça ben zorla açmaya çalışıyorum.Çünkü görmem gerekiyor.Hiç görmediğim yüzü görmem ve kim olduğunu anlamam gerekiyor.Oturduğum yer hiç rahat değil;ama şekliyle oynamıyorum dizlerimin inadına.Acıyorlar delicesine.Yakarışlarına kapatıyorum kulaklarımı;acımaları gerekiyor.

Geldim geleli ilk defa sabahı buluyorum uykuyu beklerken.Haliyle ilk defa sabah ezanını,günün seslerini ve kuşları işitiyorum.Küçük kanatlar çırpıldıkça büyük köprüler yıkılıyor.Un ufak oluyor herşey...

Kuşlar üzgün haliyle.Bir elektrik direğinin üstüne konup vazgeçiyorlar kanat çırpmaktan.Öyle ya her çırpılan kanat önce bağları çözüyor sonrada gururun köprüsüne getiriyor sırayı.Penceremin kenarına gelip ; En kötüsü ne biliyormusun ? diyor içlerinden ufak olanı.Hafifçe başımı eğip kendi sorusuna yanıt vermesini istiyorum.

...
''Bağların çözüldüğü yerde gurur köprüsü yıkılmazsa;eğilemessin bağcıklarına.'' diyor minik.
Miniğin bu sözleri güldürüyor beni. Haklısın diyorum.
Haklısın ama;onu nasıl yıkayım ?
''Ama'lar duvarlardan aynaları kaldırır ; boş duvarlar güzelliği gözlerinden.''
...

Okadar güzel konuşuyorki penceremin önünde;suskunluğunun örtüsüne bürünüp,taşıdığı desenlerin zarifliğinde kaybolmak istiyorum.Bir süreliğine yok olmak.Unutmak.Neden bu kadar inatçıyım anlamıyorum.Zerafet bana aynaları söyledikçe ben ona yok olmak diyorum.Önce avucumun içindeki çizgiler,sonra avuçlarımı silmek bir silgiyle.Karışıyorum kendime.Alacalı renklere bulanıyoruz kendimle.

Sanırım gözlerimiz küsene kadar birbirlerine ;
Burada oturmalı böylece …

Rengarenk halimizle anlamsız adımlar atmalı,kuşlarda eşlik etmeli,aynalar eksik etmeli,tahta bir taburede,koyuca bir yeşille;duvarları boyalı,ahşap doğramalı,soluk renkleri olmalı,canlı mumları yanmalı,cılız ışıkları,seksenleri çalmalı , biraz gri ; dumanlı , herşeyden çok anlamlı , senden güzel kokmalı , etraf tütün kokmalı,kışın piposu tütmeli,aroma esir almalı,biraz başım dönmeli,bira ucuz olmalı,ah sana ne demeli,yanımda biri olmalı,böyle bir yer bulmayı,istiyorum bilirsin;sonrada uyumayı,uyku tutmazsa eğer;o gece yok olmayı..

Aynaları ...



~ 15 Aralık 2009 Salı

Sütlü Günaydın




Günaydın insanlar :)

Arada sırada sabahlarıda yazmak gerekiyor.Mesela bir kahvaltıyı anlatmak geliyor içimden.Zengin bir menüden sözetmek istiyorum.Enerji ; protein ; karbonhidrat!Sütten sözediyorum.Hani kaynatırsın kaymak olur ya ; ondan işte.Yanında biraz çikolata hayal edin.Gayet güzel ve iştah açıcı bir menüye benziyor ışıksız salonumda kör gardiyan dinleyerek tükettiğim.Yanında spor haberlerini takip ediyorum ; birazda ekonomi haberleri.

Bomboş bir salı günü ; üniversitenin bana lütfu olan fazladan bir tatil bekliyor beni.Sütten ağzım yanmasada pek sevdiğim söylenemez ; ama tek başına olunca insanın kalkıp kahvaltılıkları çıkarası gelmiyor dolaptan.Çıkıp ekmek almaya üşeniyor.Bunun yerine kısa , basit ve besleyici olanı tercih ediyor.Aslında sütle olan hikayesi eskiye dayanıyor bu adamın.İlginç anıları var kendisiyle.Mesela doğduktan sonra sadece 1,5 ay tercih ediyor süt içmeyi.Henüz 2 aylık bir bebekken şaraba vuruyor falan :)Şarap kısmını geçersek işin aslı sütten nefret ediyor.Çikolatadanda haz almıyor pek.Ama uyuşukluğun ona yaptırdıklarına bakınca da şaşırıp kalmıyor değil.

Dışarıya çıkmadan evel süt ve çikolatayla haşır neşir olurken telefonum çalıyor benim.Açıyorum ve muhtemelen ilkokula giden bir çocuk ; okuldan yeni çıkmış olmalı ; annesini arıyor ; daha doğrusu annesi sandığı beni.Anne ben çıktım ! diyor bana. Gelip beni al diyen ses tonuyla.Yanlış aradın sanırım diyorum.Efendim ! diyor şaşkınlıkla.Aradığın numrayaı birdaha kontor et bakalım ; yanlış aramış olabilirsin diyorum onu utandırmayacak bir ses tonuyla.Ama başaramıyorum ki telefonu yüzüme kapatıyor.. :)

Kapanan telefon yazımı baştan sona tekrar okumamı sağlıyor.Farkediyorum ki hiç yazmadığım türden yüzeysel ; içinde soyutluktan yana tek bir kelimenin olmadığı ; sabah sersemi bir insanın günü nasıl değerlendireceğini düşünürken karaladıkları dökülmüş satırlara.Her zamanki çizginin dışına farketmeden çıkabilmiş olduğumu görüp seviniyorum.Birşeyler değişiyor.

Çocuk birdaha arıyor...

Önce açmayı düşünmüyorum ; yine utanıp kapatmasın diye.Sonra düşünüyorum ; belki çocuk anneisinin numarasını kaydetmemiş ve sadece bir kağıda yazmıştır ; üstelik yanlış yazmış ve annesine mutlaka ulaşması gerekiyor olabilir diyorum.Belki ona yol gösterebilirim diyorum.Telefonu açtığımda bana isminiz ne ? diyor çocuk.İsmim Batuhan diyorum.

Ve o birdaha kapatıyor telefonu yüzüme...

~ 8 Aralık 2009 Salı

Hergece Yürüyüşleri , Televizyon ve Pop




Çıplak şehrin ıslak yapraklarının kokusuyla;dönüyor başım. Rüzgar soğuk olsada hoş,sersemliyorum çaresiz. Havada yaşlanıyor gözünü kırparak. Geliyormuş akşama damlalar. Buyrun gelin;ev sizin;ben şemsiyemi alıp;evden çıkıyorum. ''Hergece yürüyüşleri''me yeniden başlamışken sonbaharın sevinç ağıdı yanımızda taşıyor. Ürpertiyi hissedip sıcak evi düşleyerek mutlu oluyorum...

Evdeyim..

Çatlamış dudaklarımın lezzetine kapılıp dalıyorum bir süredir.Bilinçsiz ısırıklarım canımı yakıyor ve sızıyla farkına varıyorum etrafımın.Etraf alışık olmadığım bir şekilde televizyonun renkli dünyasına aldanmış ; ayakuydurmuş renklere uyuşuyor.O kadar bezmiş bir halde ki iki adım yol gidemez olmuş.Ah etrafı ben toplamazmıyım birgüzel , elini yüzünü düzeltmezmiyim hiç ?

Düzeltmem :)

Belki bir reklam arasında su içmeye kalkar bu etraf ama ; gelir kurulur yine herzamanki yerine.Haftasonu keyf-i işkencesi.Bahsetmişken hatırlıyorumda eskilerden ; eline kalem kağıt alıp televizyonda duyduğu şarkıların sözlerini yazardı annem.Tam bir Sezen Aksu hayranıydı.Sonraları şarkı çıkmasa bile o kağıtlardan okunurdu duyulara.İşte bugün ben ; dudaklarımı yiyerek içine daldığım televizyon dünyasında bir şarkıyla uyandım.Kağıt kalem alasım geldi elime.Alıp tüm sözlerini yazmak ; üzerine püskürtme boyayla sol anahtarı , uğur böceği ve güneş çizilmiş buzdolabıma yapıştırmak istedim.

Sanırım Türk Pop Müziği yeniden uyanışa geçiyor.Ben ve annem gibi ; saf duygularını hala doksanların Türkçe Pop şarkıları ile besliyorsanız ; onları dinlemekten keyif alıyorsanız hala ; bugünlerde gerçekten güzel şarkılar çıkıyor bir bir.Ve ben teşekkür ediyorum düne kadar nefret ettiğim tevizyona ; bana üzerine düşünecek değerli sözler ve müziği hediye ettiği için.O gecelik onu affediyorum ve izin veriyorum kulağıma fısıldamasına.O sabaha kadar açık kalıyor ; bense uykularda.

Resim : http://immortal5.deviantart.com/art/yagmurlu-aksamustu-105891938

~ 5 Aralık 2009 Cumartesi

Olmaz ve Bulmaz




Ne zaman zifiride saatime bakmayı takıntı haline getirsem ; bilirimki içim  yine sıkıntılardadır benim.Anlamlı ve anlamsız , tarifsiz bir boşluk içimdeki.Ağır ağır , hastalıklı bir seyirle birikiyor bedenimde.Bendimi aşan nefesin güvercinleri ; kaçık yine akılları.Açık penceremden onlarda uçunca başbaşayım zifiriyle.Göremiyorum yinede yıldızları.Derin derin soluduğum havayı yine derin derin atıyorum içimden.Herseferinde boşluğuda alıp götürmesini ; beni rahat bırakmasını istiyorum.Ama yinede dinletemiyorum.

Zifiride saatime bakıyorum.Sahip olduğun kocaman bir boşluk ; nasıl olurda seni böylesine doldurabilir diyorum.Nasıl olurda nefretin damlalarıyla ıslatırsın yüreğini.Nasıl kırarsın teker teker ;  nasıl eritirsin ; elinde hayal kırıklarından kesiklerin , neden susarsın ? Susmak iyidir diyor içim.Kendini yiyor için için.

Sonunda yıllardır varolan ama aklıma o an beliren ; ve sanırım baştan sona ilk kez dinlediğim eski bir şarkıyla hissediyorum gözlerimdeki gerçek yaşları.İlk başlarda zorlama gibi geliyor bu ağıt ; zorla ağlattım kendimi diyorum ama sonraları tutamıyorum kendimi.O kadar içten ve katılarak ağlıyorum ki ; şaşkınlık ve rahatlığın birlikteliği beni sarhoş ediyor.Üzüntümün matemini gözyaşlarımla avuturken ; gözyaşlarım şehrin soğuğunda kayboluyor birazdan.

Yerimi yönümü umursamadan önüme çıkan her sokağı , her caddeyi aşmak istiyorum.Gecenin körünü ; saatin geçini umursamadan yürüyorum incecikHavanın serin şarkısını bende üflüyorum ellerime.Her zamanki siyah hırkam üzerimde , eskimiş beyaz çizgileri çeyrek ömrümle dost.

Yeşil bir şişede kırmızı bir sarap istiyor canım ; üzerinde kahveyle birazda elma.Elmayıda , şarabıda bulurum bulmasına ; kahvesiyse muamma.Bu zifirde ne taze çekilmiş kahve satılır artık nede bulunur değirmen.Hal böyle olunca bana kalır bir şişe.Böyledir işte.Bazen yapmak istersinde ; saatlerin olmaz.Bazen zamanın boldur ; yapacağın seni bulmaz.
...

* Olmaz ve Bulmaz ; apartmanın boşluğunda yaşayan 2 güvercine verdiğim isimdir.


~ 28 Kasım 2009 Cumartesi

Ben Olmak Belası



Bugün ben değil dünya ters tarafından uyanmış olmalı.Çünkü diğer günlerden bir farkı yoktu ''ben''im günaydın seramonimim.Açık unutulup sabaha kadar çalışan ve gücünün son damlalarını tüketen müzikçalar'ım'ı inceldiği yerden kopartarak es geçtim.Çalsın dursun kimselere.''Ben''den farkı olmasın.''Ben'' nasıl boş duvarlara konuşuyor gibi hissediyorsam kendimi;oda ''ben''im gibi hissetsin kendini.

En azından onun boşluğu sadece ''ben'' im.''Ben''imse sahip olduğum birçok boşluk var.Kimisi kocaman insanlar olmuşlar,kimisi küçük çocuklar.Bazısı büyümüş ama hala çocuklar.Onlar hiç anlamazlar.Durupta sormazlar hiç neden?Hiç düşünmezler.Hep devam ederler.Umarsızlığın diz boyuyla başlarına vursanda gülerler.Herkes ayrı bir saz;ayrı bir telken,bu sabah uynamak için çok erken.Kısa bir yolculuk herzamankinden.Islak cama sırtımı yaslamış düşünürken ben ...

Birde ben olmak var işte başımın belası ben.
 
Dolambaçlı olmayan yollarımı defalarca yürüyüp duruyorum bir aşağı bir yukarı.Belki sağın solun sıcağındadır belamın parlak taneleri.Belki yağan yağmurdan onlarda ıslanmış ve üşümüşlerdir içimde;ama nafile.Ne kadar yürüsemde bulamıyorum ben hatamı.Belkide insanlara fazla inanıyorum,fazla güveniyorum gereksiz yere.Belkide onlar güdülerime çizdiğin resimlerinden daha çirkinler.Belkide daha kurnaz,bencil ve düşüncesizler.Ama ben olmak belası işte,yakıştıramıyorum yüzlerine.Çünkü ben sanıyorum. Zannediyorum!

Hey insanlar !
Sayenizde ben belkilerde yaşıyorum.

Ben insanlara defalarca söylüyorum,ama kulak bu;dikiş tutmuyor ki zorla dikeyim. İstemezmiyim  bende hapsolsun sözlerim.Hem ne siz duvar olursunuz ; nede ben sinirlenirim.Ama ben olmak belası işte başımdaki.Ben ne sizin kulaklarınıza iğne iplik sokacak kadar gaddarım;nede sözlerimin dinlenilmesini zorla sağlayacak kadar bencilim.

Sanırım ben başımın belası ; bol anlayışlı ve iyi biriyim.
Evet öyleyim.




~ 12 Kasım 2009 Perşembe

Oyun



Geçen haftanın aksine havalar güzelliklerini giymiş üzerine.Sarısarı parıldıyor insanın yüzüne.Mavimavi göz alıyor gökyüzü yeryer süründüğü beyaz pudrayla.İşte böyle bir günaydınla dinlediğim ilk şarkı Björk-İsobel oluyor Sabiha Filis'e sevgilerle.Herşey;herzaman olduğu gibi göründüğünden farklı ya;bu yaz görünümlü sonbahar sabahı,yatağın dışında çok soğuk.Dönüp dolaşıyor,dışarıyı reddediyor bir süre yatağın sıcak yüzü.Ama çare yok;gün başladı ve sona erdirmek için yaşamak gerekiyor...

Geçen hafta 70'lerde gezinirken 90'ların dahi ne kadar özlenebileceğinden bahsetmiştim''ona''.Hal böyle olunca kurduğum cümlenin özlemi sardı beni o gece.Cadde'nin gözünün geçmişinden döndüm kendime.Doksanlarımın sabahları ; onbuçuk da Kaptan Tsubasa ve sonrasının Şirinler'i geçti gözümün önünden.Büfelerden binbir ricayla anneme aldırdığım '' red kit '' ve ''casper '' çizgi romanlarım.Doksandokuz kupona Sabah gazetesinin verdiği ve benim Super Mario olup kafamla kırdığım tuğlaların puana dönüştüğü , altınlar topladığım atarim.

''1992-1996 Şırnak - Van ''


Hayatın ailemi ve beni sürüklediği şehirlerden birisiydi Van.Çok değişik ikilemleri yaşadığım , akasya ağaçlarının yeşil yapraklarını oyuncak tüfeklerimize mermi yapıp bahçesinde oyunlar oynadığımız bir evimiz vardı.O güzelim yaprakların onlarcasını hergün koparır ; akasyaların içindeki tatlı balı emer ; yapraklarınıda oyundaki kurşunlarımız olarak değerlendirirdik.

Oyun basitti.Aslında var olmayan fakat hayal ettiğimiz olmaması gerekenler vardı karşımızda.Onların akasya yaprakları değil gerçek mermileri vardı.Bizde yardım etmeliydik yüksklerde dolaşanlara.Bizde askerdik.


Oyun bundan ibaretti çünkü etrafımızda başka birşey görmezdik.Evde başka birşey duymazdık.Gökyüzünde kuşlara değil Uh-1 helikopterlere aşinaydık.Bilirdik o yaştan mekanik kuşların ne için nereye gittiğini.Bu yüzden atari önemliydi.Atari hayattı.Asker olmaktan çıkıp Super Mario olabildiğimiz yegane yerdi.Bu yüzden tam 99 gün boyunca hergün erken kalkıp aldık sabah gazetesini.Gözlerimiz , Van'da görebildiklerimizin dışına çıkabilsin diye.

Atarim geldiğinde çok sevinmiştik.Sadece benim değil , bütün çocukların atarielri gelmişti.Hayat daha güzel olmuş , her sabah Tsubasa'yı izledikten sonra karşılıklı futbol turnuvaları yapabilir olmuştuk.Ben İshizaki , o Misaki olabilirdik.Eğer 3 kere üstüste atari turnuvasında şampiyon olursak Kaptan Tsubasa bile olabilirdik.Olabilirlik imkanlarının bu kadar geniş olduğu başka bir yeri o ana dek görmemiştik.Kimse sokağa çıkmaz olmuştu.Bahçedeki park anlamını yitirmiş yalnızlığa terkedilmişti.Onlarca akasya yaprağı koparılmaktan , kanatılmaktan kurtulmuş , emsalsiz kokularını büyük bir neşeyle evlerimizin balkonlarına dolduruyorlardı.Esen rüzgarlar balkonlara akasya bayramı oluyordu.

İşte ben o günleri bile özledim.Kendi doksanlarımı.İlk arabamızı 165 mark'a aldığımız günleri.Gece apartmanın önüne bırakıp;sabaha kadar aralıksız yağan tipi sonucu bulamadığımız;kapısında kurşun delikleri olan  mavi arabamız.Sadece bizim değil;babamın ve arkadaşlarının bile sabaha kadar Super Mario oynadığı günleri.Sadece basit bir atarinin onlarca çocuğun ve ailesinin hayatını değiştirip,akasya ağarçlarını özgür bıraktığı,balkonların mislere bürünüp,Red-Kit 'in country bir şarkı söyleyerek batan güneşin ardına saklandığı günleri ..



''Ben zavallı ve yalnız bir kovboyum''
''Ve ev buradan çok uzakta''
                        
Red Kit.


~ 8 Kasım 2009 Pazar

Zaman Arabası



Çok değil ; sadece dört hafta oluyor bahçelievler'le beşevler arasına sıkışmış küçük evime yerleşeli.Sanılanın aksine etraf derli toplu ; bir gurur abidesi anneme.En sevdiğim kitaplarım ve gitarlarım çevreliyor etrafımı.O gece mavisi yokmu içlerinde ; yeni olduğundan olsa gerek ; nasılda yanıyor ellerim ona dokunmak için.İlk zamanlar içime sinmemiş olsada , alışıyorum rengini dahi bilmediğim duvarlarıma.Kendimi paylaştıkça , yaşadıkça , soludukça benimsiyorum bu evi.Sahip olduğum tek plak '' Jeff Buckley - Grace '' yanımda bana bakıyor , yazdıklarımı okuyor.Yağan yağmuru seyretmek için camın kenarına geliyorum ve kırmızı suratlı , beyaz saçlı , yaşlıca bir amca , karşı dairenin 1. katındaki balkonunda tüttürüyor sigarasını.

Her sabah karşılaşıyorum bu amcayla.Eksik etmiyorum selamımı.Ne kadar içten gözüküyorum bilmiyorum ama saygıda kusur etmemenin ötesinde içimde var bir çekince.Çünkü biliyor.Bu caddede kim nerede oturur , tini mini hanım ne iş yapar , bu küçük kız hangi okula gider , falanca bey'in arabası hangisidir.. Herşeyi biliyor.Bu yüzden ben ona '' Caddenin Gözü '' diyorum.Acaba hakkımda neler biliyor merak ediyorum.Babamın mesleğini , aslen nereli olduğumu , nerden geldiğimi söyleyerek bir iki ipucu veriyorum onca yıllık bilmecemden.Varsın gerisini kendi birleştirsin yapbozumun.Laf durmak bilmezken bu ipucu oyununda ağzından kaçırıyor şimdilerdeki sevgisini.Kimbilir belkide o yüzden dışarıda duruyor bu soğukta kırmızı suratlı amca.Eski klasiklerimizden Anadol arabası için.

İçimdeki çekinceden olsa gerek soramıyorum o Anadolu neden bu kadar çok sevdiğini.Sürmeye bile kıyamıyor çünkü.Tahminim öyle ki yıllardır yatıyor bu kız apartman garajında.O; 1.kattaki evinin balkonundan sigarasını tüttürürken , ben yağmurdan aldığım gözlerimi onun titreyen ellerine ; aklımı ise o titrek ellerin biricik sevdalısı Anadol'a veriyorum.Nasıl bir aşk'a tutulduğunu yaşlı gözlerine gizliden bakarak anlamaya çalışıyorum.İhtiyacım olan empati çekirdeklerini çıtlıyorum.

Ve işte ; toy bir devlet memuruyum 70'lerde.Ve az sayıda varolan televizyonlarda bir reklam dolaşıyor şimdilerde.O hatlar , ince detaylar , göz kırpan farlar , benzersiz çizgiler ve bizden bir isim iki kapılı süper lüks spor arabanın üzerinde '' Anadol ''.Devlet dairelerinden eski kahvelere , mahalle mahalle yayılıyor.Ankara , İstanbul , İzmir ve diğerleri ; sanki el ele vermiş kulaktan kulağa oynuyorlar '' Anadol ''. Tam yirmialtıbinsekizyüz liraymış fiyatıda.Bu çelimsiz memura bakmak kalıyor sadece.Sadece hayal edebiliyorum uzun yıllar boyu.Yollarda tek tük gördüğüm , televizyonda izlediğim kadarıyla.Yıllar geçiyor onsuz , onun sonu geliyor bensiz.Ben emekli ; oluyorum işsiz...

Saçlarım ak artık.Çocuklarım büyüdü ; torunlarım kucağımda , birinin eli kulağında.Ve o.. ; duruyor artık yanımda.Yıllar süren hasretim , içimde kalan uktem , gençlik hayallerim.Belki teyzenizi ; sevgili eşimi gençliğimde gezdiremedim ama ; arkasından bakmakla yetindiğimiz gençlik hayalimiz bir şekilde kapımızda şimdi.Hala o zamanların ateşini , şehvetini anımsatıyor bizlere.Ömrün son demlerinde bize toy günlerimizi anımsatan bir o var şimdi.İşte bu yüzden..

İşte bu yüzden..

Çıktığım yolculuktan geri dönyorum.Ben oluyorum tekrar.Ve gözlerim yine kayıyor kırmızı suratlı bu adama.Gençliğinde sahip olamadığı o gençliğe nasılda sarılıyor şimdi sıkı sıkı.İmrenerek bakıyorum titrek ellerine.Ertesi sabah her zamankinden daha içten bir selam vereceğimi bilerek , belkide kırmızı suratını gördüğümde gülümseyerek..Sahip olmak istediklerime sahip oluşumun değerini anlayarak iniyorum beni 70lere götüren Zaman Arabasından.Küçük evimin salonuna gelip yazmaya başlıyorum..

İşte bu yüzden..




~ 2 Kasım 2009 Pazartesi

7:30 ve Topuklu Ayakkabı Sendromu




Günlerden cuma ; işin son günü ve son saatleridir.Benim gibi öğrenciyseniz eğer ; muhtemelen okulun son dersidir.Saat kendini ağırdan satar , tıngır mıngır hareket eder ve beklersiniz.2günlük özgürlük demetini elinize alacağınız anı ufflaya pufflaya beklersiniz.İşte tam sırasıdır artık gecelik planlar yapmanın.En sevdğiniz yerlerde,en sevdiğiniz yemekleri yemektir kiminiz için.Oturup led ışıkların yoğun olduğu , göz alıcı bir barda müzik dinleyip bira içmektir.Benim gibi bir öğrenciyseniz eğer ; ilk düşündüğünüz şey ise cuma gecesi gözleriniz patlayana kadar oturup ; cumartesi sabahı gözleriniz çatlayana kadar uyumak .. uyumak .. uyumak ve uyumaktır ; ama ......
...
Muhtemelen gece boyunca ağır ağır bir sağa bir sola dönerek , tatlı rüyalar görerek , mırıldanarak uyuduğum balkabağı uykumdan uyanmak üzereydim.Tıpkı kıbrıs'taki odamda yaşadığım yazlık terlik sendromu gibiydi.Tek farkı ; bu sefer hışş hışş değilde tak tuk ediyor olmasıydı.Adımlar beni deli ediyordu.Üstelik standartlarını hiç bozmadan ; her sabah 7:30 civarı adımlayan bu bayan balkabağı uykumun sinir katsayı sınırını yavaş yavaş arttırıken ben uyur uyanık bir halde adımları saymaya çalışıyordum.Saniyelerle bir gidiyordu.Nasıl bu kadar hızlı yürüyebiliyordu evin içinde ? Yahut ne yapıyordu bu saatte ayağında topuklu ayakkabılarla ?

Sorularıma topuklarıyla cevap veren bu kadının muhtemelen halı denen dokumacılık ürününden haberi yoktu.Havalar soğuktu.Normal bir aile , Ankara'da çoktan açmıştı halılarını kahverengi laminant parkelerin üzerine.Uyandım.Uzun süre tavanıma baktım.Bu küçük apartmana yeni taşınan çocuk olarak kabalık etmek istemiyordum ; ama uyku sersemliğimden olsa gerek atı verdim yastığın yanında duran ağırca bir kitabı yukarı.Suratıma düştü!Sinirlendim.Birdaha fırlattım..Ve birdaha. Herseferinde suratıma doğru düştü.Anlaşılan yataktan kalkmam gerekiyordu.Rahatsızlığımı başka şekilde dile getirmeliydim.Belkide kadına bir halı alabilirdim.''Bizim oralarda adettir ablacım ; yeni taşınırdığın apartmandaki bir komşuna halı hediye edersin.'' diyebilirdim.Sonuçta egzantrik bir şehirde doğduğum ortada.Antakya.  Ama ... 

Suçsuz yere sıradayağına kurban giden öğrencilik yıllarım (tanrım ne kadarda masum ; sanki ortaokul ve lisede ortalığın tozunu atmamaış gibi yazıyor) geldi aklıma.Ben okul demirbaşlarını ziyan ederdirm.Sınıf eğlenirdi.Tabi makroekonominin fırsat maliyeti ilkeleri bu eğlenceninde içindeydi.Eğlencenin maliyeti ; tüm sınıf olarak ziyan edilen demirbaşın cezasını çekmekti.Eğlencesi değer olmalı ki o zamanlar kimse bu durumdan hoşnutsuzluk duymuyordu.Herneyse ; tıpkı okuldaki gibi ben ; topuklu ayakkabılarıyla takır tukur gezinen bu kadına birşey yapacaktım ve kurunun yanında duran diğer yaş komşularımda yanacaktı..Eğer iyi bir ses sisteminiz ve gürültülü müzik arşiviniz varsa ; etkiye tepkiniz fazlasıyla yeterli boyuta gelebiliyor.

Sesi açtım.Son zamanlarda dinlemekten iyi derecede haz duyduğum Epica'nın Design Your Universe adlı yeni albümünü media player ile yürüttüm.Komşuların öd'lerinide bununla birlikte yürüttüm.İki tane uydu hoparlörünü masanın üzerine koyduğum sandalyelerin üzerine koyarak yaklaşık 5 , 6 dakika kadar tavana dayadım , ve dinledim.Mutemelen dinledik.Yves'in penasıyla dokunduğu bas gitarının iniltilerine kulak verdik beraber.Sadece 5,6 dakika kadar.İlk şarkımız sona erdiğinde sesi tamamen kapadım.Bakalım üst komşum ayakkabılarının yeni albümü olan takır tukur'u dinlemeye devam edecekmiydi ...

İlk 10 saniye .. ses yok *
İlk 2 dakika .. yine ses yok *
ilk 15 dakika .. cık *

Tam 1 saattir kestiğim sesin huzurunu yaşıyorum kulaklarımda.
Taşındığım günden beri yarıda kalan , beklemediğim anda gözleri açılan balkabağı uykularına kaldığım yerden devam etmeye ; yukarıda anlattıklarımı yaptığım sırada soğuyan yatağımı ısıtmaya , mutlu  mesut  , sabah sabah uyumaya gidiyorum şimdi.Aman çıtınız çıkmasın ! Amfiyi bağlar saatlerce heavy metal çalarım !




~ 29 Ekim 2009 Perşembe

Tiyatromundi


Tiyatromundi


Uzun zaman oldu.Çok uzun.Çok yollar gittim yine , değiştim belkide , bestelerim kendime.Ağladım , çalıştım , varolan umutlarım , yitirdim belkide.Yeni umutlar ekledim sabırlığıma birer birer.. Ve hayatımı değiştirmeyi başardım bir şekilde.İyisiyle kötüsüyle ; zamanın vereceği cevabı bilemesemde ; değiştirdim dünyamı.Gördüğüm rüyaların tersine , bir kısım hayallerin düzüne.

Hayallerini kurardım ; içinde yaşıyorum şimdi.Karını , kışını ; yaşayacağım. Yağmurunu.Kirleneceğim çamurunda ve daha mutlu olmayı dileyeceğim.Öyle ya ; her zaman olduğundan daha iyisini olabilmektir aslında uğruna savaştığımız.Doymak bilmeyeceğim belkide.Devam edeceğim tükeymeye kendimi.Nasıl olsa yok bir bedelim , tükendikçe tükenirim.

Uzun zaman oldu.Ellerim üşenipde kalkamadı yumuşacık koltukların üzerinden , kurulup oturdular günlerce.Yazmayı unuttum geceleri.Yazılanlar benden birer ; unutulanlarda.Ben yazmayı unuttuysam eğer , unutanda benim unutulanda.Sabahları çay , akşamları kahve , ben çalışırken onlar keyfinde.

Ama kızmadım.Sessizliğinide sevdim onların.Çünkü hep konuştular , içime içime döktüler harflerini.Bazen uzun uzun , bazen kısacık cümleler kurup bana yol gösterdiler.Onları dinledim.Ve değiştirdim hayatımı.Üşüyeceğim artık geceleri.Battaniyeme bürünüp sıcak birşeyler içeceğim.Olmayan manzaramın seyrine dalarak.Kimbilir ; belki birkaç tablo asarım boş duvarlarıma.. Zamanla..

Uzun zaman oldu.Hiç yazmamıştım bir kanepenin üstünde otururken.Ağırlığımdan çöken kavuçuğu düzetlmemiştim düne kadar.Aynalar belli etmesede , kiloda aldım elbet.Sanırım 67 gösteriyor tartılar.Büyüdümde ben.20 falan oldum.Çok yemek yedim.Az uyudum.Hasta oldum.Kayboldum.Ama geldim ; sokakların sarı ışıklarını seyrederek ısındığım şehrin tam ortasına kondum.Son kez uçtum adadan , deniz kıyısının sınır olduğu , ruhumun benden önce terkettiği o diyara havadan baktım son kez.Ve bu bilgisayardan yazacağım ilk kez.Dedim ya , değiştirdim dünyamı.

Adım , göbek adım ve soyadım oldukça uzun idi.Zordu hatılamak hepsini , oysa herkese söylerdim ismimi.Bende sildim kendini.O;ne olsun , ne olsun diye düşünedursun ; birisi koydu ismini.Madem ki dünya tek seyircisi olan bir tiyatro sahnesiydi , öyleyse yazdıklarım yaşadıklarımın ; yaşadıklarımsa bu senaryonun gereğiyi.O;ne olsun , ne olsun diye düşüne dursun , ismi Tiyatromundi.

İşte Tiyatromundi.
Yeni hayallerin peşinde ; yeni oyunlar oynamak zamanı şimdi.


...

~ 25 Ekim 2009 Pazar

Eksik ..


(591)

Etrafımdaki dağınıklığı inceledim önce.Günlerce bekledikten sonra dibini bulmuş bir Ballantines şişesi , yarım kalmış ; açık bir çikolata folyosu , bitmiş su şişeleri. Boşa geçen günüme dair huzur sesleri , ve kağıtlar... ''Karanlığı aydınlatan tek şey ; bilgisayarımın ekranıydı.Ve ben bakıyordum öylece ekrana.Sağ alt köşeye ; zamana iliştirmiştim gözlerimi. 02:23 tü ilk bakışım , sonra yelken açtım buradan uzaklara , büyüdü gözbebeklerim , iç çekişlerim ... ''

Kötü bir kaptanım ben aslında. Oysa denizciyim şurasında.
Öyle ya ; daha suya varamadan adımları ; batıyor kağıttan gemilerim. Detayların detayında ,bir eninde bir boyunda... Boğuluyorum en sonunda. Zarar veriyorum üstelik. Kendime değil , anlayamadıklarıma . Sonrada kızıyorum kendime , derdin zamanla , değil kimseyle , bırak kimseleri kendine diye. Ama yapamıyorum anlıyomusun ? Olmuyor ..

Yine yapıyorum her günün hesabını.
Bakma bana öyle ; gerçekten zayıfım ben. Çay bardağından farksız bir yanım. Kırılgan ; hatta ağlak belkide. Ah bir dokunsan ? Geçen her saniyeden korkuyorum. Ama koca bir geceyi boş yere harcıyorum. Nasıl bir çelişkiyle yaşıyorum ? Kelepçelerimi kırıp esaretime son vermeyi denemek yerine saate bakıp duruyorum .

Önümde biçilen çimlerin nemli kokusunu bile çok geç fakediyorum ben. Baharı kaçırıyorum elimde olmadan ; tutamıyorum bir elinden çiçeklerin.Çünkü ne dündeyim ; ne bugünde ! Boşluğa kayıp gidiyor işte gözlerim.Anlamsız ifadelerim.Konuşmayı unuttum. İnsanlara selam vermekten de aciz artık sessizliğim .Yolda görsem bir tanıdık , kaçasım geliyor benim.Yüzüm kaldırımlara düşüyor.Tanıyamıyorum kendimi.Sanki benim değilde başkalarının gölgesi yanımda bitiveriyor.


Sadece gitarımın sesi güzel geliyor.
Birde Bülent Ortaçgil bu saatte.


Tıngırtılarımı seviyorum.Zamana aldırış etmiyorlar.Kucağıma aldığımda ; beni kayıp gittiğim yerden getiriyor ellerim.Götürüyor başka yerlere , başka kapılara.Anlatıyor bana üzmeden beni.Ruhumu okşuyor siyahlarda. Biliyorum gitar , ben eksiğim .. Her melodide ,her köprüde her geçişte , eksiğim... Hem başında hem sonunda , hem eninde hem boyunda , ince ince detayında , eksiğim ben ..





Öyleyim işte ..

....................Birde böyle '' =) ''



..bda*






~ 10 Nisan 2009 Cuma

Sadece Ben


Suyun , ırmağın , güneşin ötesindeyim ben.Daha derinim.Çok derin.Bir bilinmezliğin tam ortasında kalakalmış , yoluma öyle bir taş konmuş ki ; tekmelesem itsem kıyıya ne fayda.Soğuk duvarlarımın boyası kalkmış ; tavanımda kocaman bir ayna ve yansıyorum kimselere.Ama diliyorum.Kimseler gibi görebilmeyi diliyorum kendimi.

Dışarıdan bakabilsem birkez ; tanımadan , tanışmadan.Bir kez dokunabilsem kendime.Uzaktan.İnan çok istiyorum bunu.Sahip olduğum anlamsızlığın yayıldığı bedenimde solmayan tek şey beni uyutmayan düşüncelerim.Tükenmek bilmiyor bu tanımsızlığın kareleri.Dönüp dolaşıpta nasıl buluyor beni her gece.Ve görmek istiyorum ; adımı söylemek istiyorum doğan ve doğacak her güne.Hayali ellerden sıyrılmak ; kendimle gerçeği paylaşmak istiyorum.

Asıl olanı ; içimi ; kendimi paylaşmak.Kendimi yeniden sarmak istiyorum , ısıtmak istiyorum soğuktan uyuşan dizlerimi.Bu darlıkta saklı kalmaktan daha kötü ne olabilir bilmiyorum.Bilmek istiyorum.Tıpkı 3üç gün önce gördüğüm rüya gibi.Yaşamak ve tatmak istiyorum henüz gerçekleşmeyen acılarımı ki önümü göreyim.

Ne olacak bileyim ki yolumu seçeyim.Belirsizliğin tünelinde aramayım ışıkları ben.Gök yarılsın ; canım acısın ; yeterki ışık beni bulsun.Gökyüzünden yüzüme damla damla parlasın.Belki o zaman öyle bir çığlık atarimki ; öyle bir haykırırımki gözlerim kapalı ; dizlerimi kırar çökerim taşın üzerine ; açarım avuçlarımı gökyüzüne.. İşte o zaman temizlenir ruhum bu anlamsızlığın bedelinden.

Geriye birşey kalmaz o zaman kendime...
Kendimden başka...

Sadece ben...


Batuhan Doğu Alkaya '03:29


~ 30 Mart 2009 Pazartesi

Geri Dönmek İçin ...


















Elin avucun boştur.
Belki sıcak tutsun diye aldığın , ama takmadığın siyah atkın kalmıştır sadece.
Başın soğuk cama dayanmış ; aklın düşüncelerdedir.
Öylece bakarsın ...
Yanından geçenleri görmez bile gözlerin.
Çünkü düşün dündedir.

Koyudur gökyüzü.
Yağmur çiseler inceden.
Ya eşlik eder belli belirsiz ağıdına ..
Yada soğutur yanan seni.
Teşekkür bile edemessin.
Farkedemessin..

İç çekersin hafifçe başını oynatıp ..
Kaçırırsın gözlerini aşağıya.
Yanakların sızlar..
Bıraksalar avuçların ıslanır ; ama koymazlar seni .
Bir sen ; bir nefesin ...
Birde yol yokmu şu yol ...
Ah işte dönmez hiç tersine !

Camın buhusu saçındadır artık.
Yapışmıştır her telin ıslakça..
Anımsatır ..
Geriye doğru tararken hafifçe ;
Ellerin titrer ...

İşte ben ..
Dur diye bağırırken içim ..

Evet ya ; sen !
Kimseler duymaz seni !
İstemeden de olsa ; arkana bakmadan gidersin ..
Her dakika kendinden bir parçayı koyarak ardına ;
Sanki umursamazmış gibi ; koşarcasına ...
Gidersin ...

Geri dönmek için ...


Batuhan Doğu Alkaya
11.03.2009 / 01:21

~ 11 Mart 2009 Çarşamba

Kayaların Üstünden



‘’Üniversitede öğretmen gelir , dersi anlatır ; ve gider…’’

Bu cümleye lise yıllarımda çok fazla karşılaşmıştım.Bu ; aslında üniversitenin ne kadar ciddi ve önemli bir süreç olduğunu bilinç altına yerleştirmek adına kurulan öğretmen cümlesiydi.Öte yandan biz öğrencilerin zihninde resim olan bir özgürlük bahçesiydi üniversiteler.Sanki kayıt olmadan önce sözleşme imzalayacağız sanıyorduk…

1.Yoklama yok …
2. Çan eğrisi zorunluluğu..
3.İstediğimiz kadar make-up hakkı..


Böyle birşeye inandık körü körüne.

Oysa internet vardı , öğrencilere ulaşabilirdik , neyin ne olduğunu keşife gerek kalmadan öğrenebilirdik.Ama bizler ; içgüdüsel olarak inandık yine inanmak istediğimize.Ve gördükki özgürlüğün bahçesi olan yer üniversite değil ; üniversitenin olduğu şehirdi.Bunu farkedene kadar geçen başdöndürücü süreç ve göz boyayan özgürlük saatlerinin etkisi yavaş yavaş geçerken uyandım.

Hayatımın en kötü dönemini geçiriyordum!
Buna depresyon denebilirdi belki.Kimseyi görecek halim yoktu.Konuşmak zordu.Yıllar boyunca aileme karşı kavgasını verdiğim,savaştığım ve inandığım yolun başına gelmeden kaybetmiştim.Ve kaybetmesi gereken son kişiydim.Nedenleri sorgulayacak halim yoktu.Kendime güvenmiştim.

Yeteneğimi görmek ve keşfetmek için Fazıl Say olmak gerekmiyordu.
Hiçbir müzikal ensturman ve teori dersi almamama rağmen ; elime alıpta çalamadığım müzik enstrumanı olmamıştı.Son olarak elime geçen balık’ın çellosunuda ‘’ elini şuraya koy bakalım , sonrada şuraya ; aaaa ver bakayım onu ‘’ deyip çözdükten sonra ; bundan sonra olacağınıda düşünmüyorum.

Ama olmamıştı.Kazanamamıştım hayallerimi..
Baba’ya karşı verilen garantinin gerçekleşmemesi ; bunun üzüntüsü vs derken bir kapı açık duruyordu ışığı belirsiz. Kıbrıs.

Karar mekanizmamı yitirmiştim.Eğer bir şeye tutunamazsam içinde bulunduğum ruh halinden nasıl çıkabileceğimi bilmiyordum.Herşey ortadaydı.Hayatımın geri kalanı için kumar oynuyor gibiydim.Fazla düşünmedim.Tamam dedim.Herkesden uzaklaşmak ; kimsenin beni tanımadığı ; kimseyi umursamayacağım ve yeniden yaratılacağım bir yerdi istediğim.Ve o an için aradığım yerdi karşımdaki.

Zamanla anladım ki o an ; o an içindi !

Babam taksiye binip havaalanına gittiğinde ; amerikan filmlerindeki gibi radyodan rock’n roll çalmadı.Biralar , kızlar , güneş , deniz … Tek tek sorarsanız evet hepsi vardı ; ama birlikte değildi.Bu bir film değildi.Bu gerçekti.Deniz hariç gerisi zaten umrumda değildi.Ama yeşil mercedes uzaklaştığında dank eden şey ...

İşte oğlum yalnızssın! Son derece arabeskti!


..devamı gelir belki

~ 29 Ocak 2009 Perşembe

Hindistan Cevizini tanımak ..


Tropik adaların insana daima sıcak gelen bir yanı var.

İklimi ..
Palmiyeleri ..
Denizin azur mavisi .. .
Sahilin altın kumu ...
Meyveleri ...
İlginç evleri ...




Bundan çok önce ; yaşadığım trajikomik bir deniz kazasından sizlere bahsetmiştim.Tekneyi devirmiş ve oltalarımızı dalgalara yem etmiştik.Biz oltaları ararken ; dalgaların bıraktığı beyaz köpüklerin arasında yüzen hindistan cevizleri vardı.Sonra onları tek tek toplamıştık.Dün gece uyumaya çalışırken o günün kareleri tek tek aklımdan geçti.O günü tekrar yaşadım ve hindistan cevizlerini düşündüm.

Onların hikayesini merak ettim.
Deniz açıklarında ve kenarındaki yüzlerce hindistan cevizi.Sabahın ışıkları gözüme vurduğunda, uyuyabilmiş olduğumu farkettim . Rüya görmemiştim ama;güne merhaba derken aklımda hala hindistan cevizleri vardı.Orada ne işleri vardı?

Hindistan cevizleriyle dolu olan kafamı buz gibi suyun altına soktum . İki saatlik uykumdan uyanmamın tek yolu buydu .Quiz için ezberlemeye çalışdığım karışık metinlerden hangisi aklımda kalmıştı bilmiyorum ama sağdan soldan '' ( dağınık bir insanım ben ) '' topladığım kıyafetleri üzerime geçirip,notlarımı alıp yola koyuldum. 8:30 da dersim,10:30 da quizim;ve ağzımda naneli saman tadı vardı.

Diş macunumdan nefret ediyorum ! Dişimi gece fırçalamaktanda ! ; ama insanlık adına mecburdum ... Zaten aynı kazağı 1 hafta giyer olmuşken ; bir taraftan kendime çeki düzen vermem gerektiğinin ; dağılan dış görünümümü diğer yandan toparlamam gerektiğinin farkındaydım. Aksi takdirde hakkımda ''şarapçı'' , ''gececi'' dedikoduları çıkabilirdi.Ama hayır , ben masum ve uyku sorunu olan umursamazın tekiydim sadece !

Diş macunu etkisinden kurtulmak için markete girdiğimde bir gerçeğin farkına vardım. Cüzdanım ! Odada unutmuştum ve sadece 50 kuruş'um vardı.Çikolata reyonuna geçtiğimde aklım karşıma yansıyordu işte. Zihnimde hindistan cevizlerinin esrarengiz hikayesi , karşımda bir dizi Coco-Star topluluğu.Hani olurya çocukluğunuzda nefret ettiğiniz yemekleri gün gelir bayıla bayıla yeriz ; işte öyle bir aşk doğmak üzereydi. İlk flirt anının heyecanını atlatıp ona dokundum.Farklı bir Türk Filmi başlamıştı artık .. Onu yemem için 50 kuruş istiyor , sıkı pazarlık işlemiyor , kendini Şehrazat sanıyordu ufak çikolatam.. Ona doğru uzanan başka bir eli görünce , kıskançlığıma yenilip Coco'nun koluna girdim ; 50 kuruşu ödedim..

Artık sıra ondaydı. Göster hünerlerini tatlı yaratık !
Tıpkı reklam filmi çeker gibi , yavaş yavaş paketini açtım , tadına baktım.Hindistan cevizinden her koşulda nefret ettiğimi düşünürken , bir tabumu daha yıkıyor ; lezzetin sıcak zirvesinde , hülyalarda dolaşıyordum. Denizdeki hindistan cevizlerini unutmuş , elimdekiyle son derece mutluydum..

İşte böyle bir mutluluk hikayesiydi bugünkü..
Ben ve coco-star'ın beşli paketi ; dvd izleyeceğiz şimdi..

Ve ben , ona söz veriyorum !
Ne bulursan onu ye ; lezzete değil miktara bak gibi felsefelerin benimsendiği üniversite günlerinde ; bugüne kadar önyargıyla yaklaştığım hindistan cevizli bütün tadları deneyeceğim...

Sahi Batuhan;denizdeki hindistan cevizlerine ne oldu ?
....
aşk işte böyle bir şey... =)

~ 23 Ocak 2009 Cuma

* * *

Bu blog BloggerV.com üyesidir.