Olmaz ve Bulmaz




Ne zaman zifiride saatime bakmayı takıntı haline getirsem ; bilirimki içim  yine sıkıntılardadır benim.Anlamlı ve anlamsız , tarifsiz bir boşluk içimdeki.Ağır ağır , hastalıklı bir seyirle birikiyor bedenimde.Bendimi aşan nefesin güvercinleri ; kaçık yine akılları.Açık penceremden onlarda uçunca başbaşayım zifiriyle.Göremiyorum yinede yıldızları.Derin derin soluduğum havayı yine derin derin atıyorum içimden.Herseferinde boşluğuda alıp götürmesini ; beni rahat bırakmasını istiyorum.Ama yinede dinletemiyorum.

Zifiride saatime bakıyorum.Sahip olduğun kocaman bir boşluk ; nasıl olurda seni böylesine doldurabilir diyorum.Nasıl olurda nefretin damlalarıyla ıslatırsın yüreğini.Nasıl kırarsın teker teker ;  nasıl eritirsin ; elinde hayal kırıklarından kesiklerin , neden susarsın ? Susmak iyidir diyor içim.Kendini yiyor için için.

Sonunda yıllardır varolan ama aklıma o an beliren ; ve sanırım baştan sona ilk kez dinlediğim eski bir şarkıyla hissediyorum gözlerimdeki gerçek yaşları.İlk başlarda zorlama gibi geliyor bu ağıt ; zorla ağlattım kendimi diyorum ama sonraları tutamıyorum kendimi.O kadar içten ve katılarak ağlıyorum ki ; şaşkınlık ve rahatlığın birlikteliği beni sarhoş ediyor.Üzüntümün matemini gözyaşlarımla avuturken ; gözyaşlarım şehrin soğuğunda kayboluyor birazdan.

Yerimi yönümü umursamadan önüme çıkan her sokağı , her caddeyi aşmak istiyorum.Gecenin körünü ; saatin geçini umursamadan yürüyorum incecikHavanın serin şarkısını bende üflüyorum ellerime.Her zamanki siyah hırkam üzerimde , eskimiş beyaz çizgileri çeyrek ömrümle dost.

Yeşil bir şişede kırmızı bir sarap istiyor canım ; üzerinde kahveyle birazda elma.Elmayıda , şarabıda bulurum bulmasına ; kahvesiyse muamma.Bu zifirde ne taze çekilmiş kahve satılır artık nede bulunur değirmen.Hal böyle olunca bana kalır bir şişe.Böyledir işte.Bazen yapmak istersinde ; saatlerin olmaz.Bazen zamanın boldur ; yapacağın seni bulmaz.
...

* Olmaz ve Bulmaz ; apartmanın boşluğunda yaşayan 2 güvercine verdiğim isimdir.


~ 28 Kasım 2009 Cumartesi

Ben Olmak Belası



Bugün ben değil dünya ters tarafından uyanmış olmalı.Çünkü diğer günlerden bir farkı yoktu ''ben''im günaydın seramonimim.Açık unutulup sabaha kadar çalışan ve gücünün son damlalarını tüketen müzikçalar'ım'ı inceldiği yerden kopartarak es geçtim.Çalsın dursun kimselere.''Ben''den farkı olmasın.''Ben'' nasıl boş duvarlara konuşuyor gibi hissediyorsam kendimi;oda ''ben''im gibi hissetsin kendini.

En azından onun boşluğu sadece ''ben'' im.''Ben''imse sahip olduğum birçok boşluk var.Kimisi kocaman insanlar olmuşlar,kimisi küçük çocuklar.Bazısı büyümüş ama hala çocuklar.Onlar hiç anlamazlar.Durupta sormazlar hiç neden?Hiç düşünmezler.Hep devam ederler.Umarsızlığın diz boyuyla başlarına vursanda gülerler.Herkes ayrı bir saz;ayrı bir telken,bu sabah uynamak için çok erken.Kısa bir yolculuk herzamankinden.Islak cama sırtımı yaslamış düşünürken ben ...

Birde ben olmak var işte başımın belası ben.
 
Dolambaçlı olmayan yollarımı defalarca yürüyüp duruyorum bir aşağı bir yukarı.Belki sağın solun sıcağındadır belamın parlak taneleri.Belki yağan yağmurdan onlarda ıslanmış ve üşümüşlerdir içimde;ama nafile.Ne kadar yürüsemde bulamıyorum ben hatamı.Belkide insanlara fazla inanıyorum,fazla güveniyorum gereksiz yere.Belkide onlar güdülerime çizdiğin resimlerinden daha çirkinler.Belkide daha kurnaz,bencil ve düşüncesizler.Ama ben olmak belası işte,yakıştıramıyorum yüzlerine.Çünkü ben sanıyorum. Zannediyorum!

Hey insanlar !
Sayenizde ben belkilerde yaşıyorum.

Ben insanlara defalarca söylüyorum,ama kulak bu;dikiş tutmuyor ki zorla dikeyim. İstemezmiyim  bende hapsolsun sözlerim.Hem ne siz duvar olursunuz ; nede ben sinirlenirim.Ama ben olmak belası işte başımdaki.Ben ne sizin kulaklarınıza iğne iplik sokacak kadar gaddarım;nede sözlerimin dinlenilmesini zorla sağlayacak kadar bencilim.

Sanırım ben başımın belası ; bol anlayışlı ve iyi biriyim.
Evet öyleyim.




~ 12 Kasım 2009 Perşembe

Oyun



Geçen haftanın aksine havalar güzelliklerini giymiş üzerine.Sarısarı parıldıyor insanın yüzüne.Mavimavi göz alıyor gökyüzü yeryer süründüğü beyaz pudrayla.İşte böyle bir günaydınla dinlediğim ilk şarkı Björk-İsobel oluyor Sabiha Filis'e sevgilerle.Herşey;herzaman olduğu gibi göründüğünden farklı ya;bu yaz görünümlü sonbahar sabahı,yatağın dışında çok soğuk.Dönüp dolaşıyor,dışarıyı reddediyor bir süre yatağın sıcak yüzü.Ama çare yok;gün başladı ve sona erdirmek için yaşamak gerekiyor...

Geçen hafta 70'lerde gezinirken 90'ların dahi ne kadar özlenebileceğinden bahsetmiştim''ona''.Hal böyle olunca kurduğum cümlenin özlemi sardı beni o gece.Cadde'nin gözünün geçmişinden döndüm kendime.Doksanlarımın sabahları ; onbuçuk da Kaptan Tsubasa ve sonrasının Şirinler'i geçti gözümün önünden.Büfelerden binbir ricayla anneme aldırdığım '' red kit '' ve ''casper '' çizgi romanlarım.Doksandokuz kupona Sabah gazetesinin verdiği ve benim Super Mario olup kafamla kırdığım tuğlaların puana dönüştüğü , altınlar topladığım atarim.

''1992-1996 Şırnak - Van ''


Hayatın ailemi ve beni sürüklediği şehirlerden birisiydi Van.Çok değişik ikilemleri yaşadığım , akasya ağaçlarının yeşil yapraklarını oyuncak tüfeklerimize mermi yapıp bahçesinde oyunlar oynadığımız bir evimiz vardı.O güzelim yaprakların onlarcasını hergün koparır ; akasyaların içindeki tatlı balı emer ; yapraklarınıda oyundaki kurşunlarımız olarak değerlendirirdik.

Oyun basitti.Aslında var olmayan fakat hayal ettiğimiz olmaması gerekenler vardı karşımızda.Onların akasya yaprakları değil gerçek mermileri vardı.Bizde yardım etmeliydik yüksklerde dolaşanlara.Bizde askerdik.


Oyun bundan ibaretti çünkü etrafımızda başka birşey görmezdik.Evde başka birşey duymazdık.Gökyüzünde kuşlara değil Uh-1 helikopterlere aşinaydık.Bilirdik o yaştan mekanik kuşların ne için nereye gittiğini.Bu yüzden atari önemliydi.Atari hayattı.Asker olmaktan çıkıp Super Mario olabildiğimiz yegane yerdi.Bu yüzden tam 99 gün boyunca hergün erken kalkıp aldık sabah gazetesini.Gözlerimiz , Van'da görebildiklerimizin dışına çıkabilsin diye.

Atarim geldiğinde çok sevinmiştik.Sadece benim değil , bütün çocukların atarielri gelmişti.Hayat daha güzel olmuş , her sabah Tsubasa'yı izledikten sonra karşılıklı futbol turnuvaları yapabilir olmuştuk.Ben İshizaki , o Misaki olabilirdik.Eğer 3 kere üstüste atari turnuvasında şampiyon olursak Kaptan Tsubasa bile olabilirdik.Olabilirlik imkanlarının bu kadar geniş olduğu başka bir yeri o ana dek görmemiştik.Kimse sokağa çıkmaz olmuştu.Bahçedeki park anlamını yitirmiş yalnızlığa terkedilmişti.Onlarca akasya yaprağı koparılmaktan , kanatılmaktan kurtulmuş , emsalsiz kokularını büyük bir neşeyle evlerimizin balkonlarına dolduruyorlardı.Esen rüzgarlar balkonlara akasya bayramı oluyordu.

İşte ben o günleri bile özledim.Kendi doksanlarımı.İlk arabamızı 165 mark'a aldığımız günleri.Gece apartmanın önüne bırakıp;sabaha kadar aralıksız yağan tipi sonucu bulamadığımız;kapısında kurşun delikleri olan  mavi arabamız.Sadece bizim değil;babamın ve arkadaşlarının bile sabaha kadar Super Mario oynadığı günleri.Sadece basit bir atarinin onlarca çocuğun ve ailesinin hayatını değiştirip,akasya ağarçlarını özgür bıraktığı,balkonların mislere bürünüp,Red-Kit 'in country bir şarkı söyleyerek batan güneşin ardına saklandığı günleri ..



''Ben zavallı ve yalnız bir kovboyum''
''Ve ev buradan çok uzakta''
                        
Red Kit.


~ 8 Kasım 2009 Pazar

Zaman Arabası



Çok değil ; sadece dört hafta oluyor bahçelievler'le beşevler arasına sıkışmış küçük evime yerleşeli.Sanılanın aksine etraf derli toplu ; bir gurur abidesi anneme.En sevdiğim kitaplarım ve gitarlarım çevreliyor etrafımı.O gece mavisi yokmu içlerinde ; yeni olduğundan olsa gerek ; nasılda yanıyor ellerim ona dokunmak için.İlk zamanlar içime sinmemiş olsada , alışıyorum rengini dahi bilmediğim duvarlarıma.Kendimi paylaştıkça , yaşadıkça , soludukça benimsiyorum bu evi.Sahip olduğum tek plak '' Jeff Buckley - Grace '' yanımda bana bakıyor , yazdıklarımı okuyor.Yağan yağmuru seyretmek için camın kenarına geliyorum ve kırmızı suratlı , beyaz saçlı , yaşlıca bir amca , karşı dairenin 1. katındaki balkonunda tüttürüyor sigarasını.

Her sabah karşılaşıyorum bu amcayla.Eksik etmiyorum selamımı.Ne kadar içten gözüküyorum bilmiyorum ama saygıda kusur etmemenin ötesinde içimde var bir çekince.Çünkü biliyor.Bu caddede kim nerede oturur , tini mini hanım ne iş yapar , bu küçük kız hangi okula gider , falanca bey'in arabası hangisidir.. Herşeyi biliyor.Bu yüzden ben ona '' Caddenin Gözü '' diyorum.Acaba hakkımda neler biliyor merak ediyorum.Babamın mesleğini , aslen nereli olduğumu , nerden geldiğimi söyleyerek bir iki ipucu veriyorum onca yıllık bilmecemden.Varsın gerisini kendi birleştirsin yapbozumun.Laf durmak bilmezken bu ipucu oyununda ağzından kaçırıyor şimdilerdeki sevgisini.Kimbilir belkide o yüzden dışarıda duruyor bu soğukta kırmızı suratlı amca.Eski klasiklerimizden Anadol arabası için.

İçimdeki çekinceden olsa gerek soramıyorum o Anadolu neden bu kadar çok sevdiğini.Sürmeye bile kıyamıyor çünkü.Tahminim öyle ki yıllardır yatıyor bu kız apartman garajında.O; 1.kattaki evinin balkonundan sigarasını tüttürürken , ben yağmurdan aldığım gözlerimi onun titreyen ellerine ; aklımı ise o titrek ellerin biricik sevdalısı Anadol'a veriyorum.Nasıl bir aşk'a tutulduğunu yaşlı gözlerine gizliden bakarak anlamaya çalışıyorum.İhtiyacım olan empati çekirdeklerini çıtlıyorum.

Ve işte ; toy bir devlet memuruyum 70'lerde.Ve az sayıda varolan televizyonlarda bir reklam dolaşıyor şimdilerde.O hatlar , ince detaylar , göz kırpan farlar , benzersiz çizgiler ve bizden bir isim iki kapılı süper lüks spor arabanın üzerinde '' Anadol ''.Devlet dairelerinden eski kahvelere , mahalle mahalle yayılıyor.Ankara , İstanbul , İzmir ve diğerleri ; sanki el ele vermiş kulaktan kulağa oynuyorlar '' Anadol ''. Tam yirmialtıbinsekizyüz liraymış fiyatıda.Bu çelimsiz memura bakmak kalıyor sadece.Sadece hayal edebiliyorum uzun yıllar boyu.Yollarda tek tük gördüğüm , televizyonda izlediğim kadarıyla.Yıllar geçiyor onsuz , onun sonu geliyor bensiz.Ben emekli ; oluyorum işsiz...

Saçlarım ak artık.Çocuklarım büyüdü ; torunlarım kucağımda , birinin eli kulağında.Ve o.. ; duruyor artık yanımda.Yıllar süren hasretim , içimde kalan uktem , gençlik hayallerim.Belki teyzenizi ; sevgili eşimi gençliğimde gezdiremedim ama ; arkasından bakmakla yetindiğimiz gençlik hayalimiz bir şekilde kapımızda şimdi.Hala o zamanların ateşini , şehvetini anımsatıyor bizlere.Ömrün son demlerinde bize toy günlerimizi anımsatan bir o var şimdi.İşte bu yüzden..

İşte bu yüzden..

Çıktığım yolculuktan geri dönyorum.Ben oluyorum tekrar.Ve gözlerim yine kayıyor kırmızı suratlı bu adama.Gençliğinde sahip olamadığı o gençliğe nasılda sarılıyor şimdi sıkı sıkı.İmrenerek bakıyorum titrek ellerine.Ertesi sabah her zamankinden daha içten bir selam vereceğimi bilerek , belkide kırmızı suratını gördüğümde gülümseyerek..Sahip olmak istediklerime sahip oluşumun değerini anlayarak iniyorum beni 70lere götüren Zaman Arabasından.Küçük evimin salonuna gelip yazmaya başlıyorum..

İşte bu yüzden..




~ 2 Kasım 2009 Pazartesi

* * *

Bu blog BloggerV.com üyesidir.